30 Eylül 2007 Pazar

Zevkler ve renkler tartışılmaz mı?

Küçüklükten beri, toplum tarafından yüklenmiş olan "çöpleri çocuğun atması" misyonundan çok çektim. Bir keresinde çöpün kapağını açarken "meeaaov" diye bir kedi fırladı içinden hatta, ama çok çekmemin esas sebebi bu değil. İşlemi kısaca özetlemek gerekirse; önce çöpün kafası güzelce bağlanır, sonra hızlı hızlı inilir ki kapıcı alttan damlayan çöp suyunu görüp bıdı bıdı etmesin (apartman temizliği konusunda toplum tarafından çocuğa yüklenmiş özel bir misyon yok zira), sonra çöp kapağı açılır, içinden kedi çıkabilir korkusuyla biraz uzakta durulup çöp fırlatılır ve kaçılır. Nedir yani? Şudur; bunların hepsinde şöyle bir ortak nokta var: bu işin başından sonuna kadar yanı başınız çok pis kokar! Çünkü çöpler tarih boyunca pis kokmayı başarmıştır ve zamanın sonuna kadar da pis kokacaktır.
İyi de, niye yahu? Çöp kokusunu bir yana bırakalım; mesela yanı başımızda gaz çıkaran birisinin niye "içinin çürümüş" olduğunu düşünürüz? Veya duyduğumuz bir melodiyi sevip sevmeme konusunda belirleyici olan şey nedir? Kısacası sorumuz şu: güzel ve çirkin nedir?

Güzelin ne olduğu konusu 18. yüzyılda Alexander G. Baumgarten tarafından "mantığın kardeşi" olarak öne sürülmüş bir felsefe dalı olan, estetik ile aydınlatılmaya çalışılmış. Felsefenin altındaki normatif bilimlerden etik, iyilik temeli üzerine kurulmuşken mantık ise doğruluk temellidir. Peki felsefede güzele kim bakar? İşte burada devreye, Yunanca'da duyum anlamına gelen aisthesis'ten doğmuş estetik girer.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, içindeki belirsizlikler ve bilgimizin (özellikle nörobiyolojik) yetersizliği gibi sebeplerden dolayı güzelin tanımı çok zor, belki de mümkün değildir. Neyin sanat olup neyin olmadığı konusunda yüzyıllardır bir fikir birliğine varılamamış olması bir yana, sanatın tanımının mümkün olmadığını öne sürenler (ör. William Kennick) dahi olmuştur. Bu noktadan sonra benim öne süreceğim şeylerin ve vereceğim örneklerin çoğunun geniş bir çevre tarafından kabul görmüşlüğü yoktur, ama içinde kayda değer fikirlerin olmasını da umut ediyorum.

18. yüzyıla kadar sanata, özellikle eski Yunan mirasından dolayı, doğayı taklit etme gözüyle bakılıyordu. Örneğin Platon, sanatın tamamen mimesisten (taklit) ibaret olduğunu, ancak ideaların duyularla algılandığını, taklidin de bu duyular yoluyla yapıldığını; yani sanatın taklidin taklidi olduğunu söyler. (sanatı bu derece değersiz görme konusunda, Platon'un hocası olan Sokrates'in bir sanat eseri olan Aristophanes'in Bulutlar oyununda alaya alınması ve bundan sonraki -Sokrates'in idamı- sürecindeki önemli rolünün bilmem ne kadar etkisi olmuştur..) Aristoteles ise direk olarak ideaların taklit edildiğini söyleyerek işin içine bir miktar yaratıcılık da katar. Peki sanat sadece taklitten ibaret midir? Elbette ki değildir; hatta aksini göstermek adına Claude Monet, Vincent Van Gogh, Edgar Degas gibi empresyonistler, iç dünyayı yansıtmanın, yaratımın önemini vurgulamışlardır. (hatta bazı empresyonistler çirkin şeyleri resmederek de güzellik "yaratılabileceğini" göstermişlerdir)

Sanat bir yaratım sürecidir ve şüphesizdir ki güzel algısına hitap eder, peki güzel nedir? Güzel kavramının objektif ve subjektif nitelikleri vardır; subjektif nitelikler kişiden kişiye, toplumdan topluma değişebilir ama güzel kavramının özü objektif bir niteliktir: orantı, uyum, simetri, temsil edilen idenin temsil şekli gibi içsel ve dışsal öznitelikler... Estetik konusunda (hatta diğer pek çok konuda) çok önemli fikirler öne sürmüş olan Immanuel Kant, duyusal beğeniye dayanan bazı yargıların tamamen sınırlı ve kısa süreli kişisel yargılar olduğunu, ama gerçek estetik yargıların duyusal olmaktan çıkıp düşünsel düzeye çıktığını, kişisel olmaktan çıkıp zorunlu ve genel geçerli hale geldiğini söylüyor.

Şimdi bir yerlere gelmeye başladık; güzel diye genel-geçer bir şey var ama bunun yanında güzelle iç içe girmiş "öznel güzel"ler var. Buna güzel bir örnek olarak çöp kokusunu verebiliriz; çöp kokusu genel-geçer olarak "kötü" şeklinde etiketlendirilmiş bir kokudur. Bunun kötü olmasının sebebini Platon veya Hegel olsaydı, muhtemelen idealarla uygun olmadığı veya kötü ideasını temsil ettiği şeklinde açıklardı; fakat işin aslı bu değil. Şimdi başka bir yerlere gelmeye başlıyoruz...

Evrimsel süreci inceleyen biyologlardan bazıları, koku etiketinin de doğal seçilimle insanlarda yer ettiğini ve "kalıtsal" hale geldiğini belirtiyorlar. Örneğin hidrojen sülfür (osuruk gazı diyelim de daha sempatik olsun) çok kötü kokar, çünkü zararlıdır. Bunun doğal seçilimini de kabaca şu şekilde özetleyebiliriz; milyonlarca yıl önce hidrojen sülfürle pek çok ön-insan karşılaştı; bunu yutanlar zehir etkisinden dolayı öldü, sonraki kuşaklara bir mutasyon sayesinde hidrojen sülfürün kokusunun kötü olduğunu aktarabilen soylar ise yaşamlarına devam edebildiler ve seçilmiş oldular. Binlerce yıl içerisinde doğmuş her insan evladı, hidrojen sülfür kokusunun kötü olduğunu bilerek doğar hale geldi. (çünkü bu yaşam şansını artırıyordu) Çöplerde de belli bazı bakterilerin faaliyetleri sonucu genelde benzer (hatta aynı) koku ortaya çıkar ve bu oldukça mantıklı evrimsel etiketlendirme düşüncesine göre çöp kokusu da, basitçe, beynimizde bu şekilde kaydedilmiştir.

İnsan, kafasının içindeki kimyasal süreçler, sinirler, nörotransmiter maddeler ve karmaşık yapılarla yönetilen doğadaki en gelişmiş hayvandır. Şahsen insana, kendi beyninin kölesi, özgür iradesi olmayan ama özgür irade konusunda konuşabilecek tek hayvan olarak doğadaki en gelişmiş canlı gözüyle bakıyorum; sanat, güzellik gibi konulara da ne olduğu belli olmayan "ideaların taklidi şeklinde bir hoşa gitme duygusu" gibi fazlasıyla bulanık ve mistik bir düşünceden ziyade, nörobiyolojik temelli kimyasal bir olay olarak bakıyorum. Bu noktada önceki paragrafta bahsettiğim evrimsel etiket düşüncesi güzel bir örnektir ve "güzel"in tanımı için daha da genişletilebilir.

Günümüzde, özellikle MP3, CD gibi formatlar ile hızla yayılma olanağına sahip müziğe ilişkin veriler, aslında incelenip sosyolojik analizleri yapılması gereken ve konumuzla da hayli ilgili olan verilerdir. Michael Jackson'ın Thriller albümü (cast bid it bid it), Pink Floyd'un The Dark Side of the Moon'u, Metallica'sı, Beatles'ı... Ortak noktaları nedir? Evet, çok satmalarıdır, hem de çok. Peki bu çok satmanın sebebi "gençler birbirlerini beğenmişler" midir? Ben bu kadar basit olduğunu düşünmüyorum; bana bu müziklerin insanlarda ortak bir duygu uyandırıyor olması düşüncesi daha gerçekçi geliyor. Peki nedir bu ortaklık?

Birkaç paragraf önce kısaca değindiğim gibi, bana kalırsa bu müziklerde insanın nörobiyolojik yapısına uyan evrimsel bir uygunluk söz konusudur.

Yalnız burada bazı önemli noktaları belirtmem gerekir karışıklığı önlemek açısından. Yukarıda insana bakış şeklimi söylemiştim, ama bu fazlasıyla mekanik ve hayvandan çok da farkı olmayan bir insan düşüncesi olarak gelmesin. İnsan, doğduğundan itibaren çevreyle etkileşim halindedir ve bu etkileşim, büyük oranda kişinin değer yargılarını ve zevklerini belirler. (estetik felsefesindeki "güzel"in 2 niteliğinden biri olan subjektif nitelik bu nedenle ortaya çıkar) Örneğin çocukluğu bir ahırda geçmiş insan, hayatın karmaşasından bezmiş bir haldeyken yolda bir inek dışkısı görse, çocukluğunu, rahatlığı, sorumluluk duygusundan yoksunluğu anımsattığı için mutlu olabilir. (öte yandan aynı bezginlikteki bir başka insanın bu dışkıya basması sonucu doğacak psikolojik patlama, intihar sebebi bile olabilir) Kişinin kültürel altyapısı da bu beğenilerde büyük rol oynayabilir; örneğin bienalden bienale koşturan kültürel finolar her akşam yatmadan önce yukarıdaki Munch'ın Skrik tablosunun yüzü suyu hürmetine 3 kulhüvallahü 1 elham okurken, resim adına bildiği tek şey ilkokulda çiziktirilen 23 Nisan resimleri olan biri, yabancılaşmanın, yalnızlığın sembolik çizgilerini göremeyip "ne la bu bağırıyor işte, ayağımla çizerim ben bunu" diyebilir. (aslında bu kadar kibar eleştirmezler) Rock müziğe ilişkin bildiği tek şey Milliyet'in 90 sonlarında sorumsuzca yaptığı "satanist" propagandası olan bir insan da, önyargısı yüzünden Metallica'dan hiç hoşlanmayabilir. "Güzel"in 2. niteliği olan objektif nitelik ise (ki buna Hegel ide diyor, bense daha ayakları yere bastığını düşündüğüm evrimsel seçilim diyorum -bkz. yukarıdaki koku örneği) önyargılara, anılara, çöpten çıkan kedilere bağlı değildir. Ve bu formülü belli olmayan evrimsel seçilime olabildiğince ayak uydurabilen müzikler, çok fazla kişi tarafından beğenilir.

Formülü belli değil, evet. Belki belli de olmayacak; ancak Wittgenstein'ın da bu konuda dediği gibi bu işin en özünde duygusallıktan, mistiklikten, öte dünyalardan ziyade düşünsellik ve bilgi var ve estetik, bu açıdan mantığın sözde değil özde kardeşi konumunda. Dolayısıyla hala genel geçer bir şeylerin ortaya konulabilmesi ihtimali var, ve bunun yolu kanımca felsefeden veya sanattan değil, biyolojiden, hatta moleküler biyolojiden geçiyor. Belki de o zaman ortak bir formül bulunur da, zevkler ve renkler gerçekten tartışılmaz. Neticede ne demişler;

De gustibus non est disputandum.

1 yorum:

Ahmet Kamil Keleş dedi ki...

Çok güzel yazmışsın.

(Aslında "Çok güzel yazmışsın" derken bile bir güzellik anlayışı söz konusu olduğu için bu yazı ve benim yorumum da söz konusu meseleyi çözerken irdeleyebileceğimiz birer nesne hallerine geliyorlar, bu da tamamen ayrı bir konu, eheh).

Estetik kavramının kesin bir bilimsel açıklaması olması gerektiğine, bu açıklamaya henüz ulaşılamamasının sebebinin de nörolojide henüz yeterli seviyeye gelemediğimizden ötürü olduğuna inanıyorum.