24 Ocak 2008 Perşembe

Pedofili, pirinç ve kumdan kaleler üzerine

"NAMBLA sözcüsü: Atalarımız bu ülkeye yerleştiler çünkü... inançları vardı. "Özgürlük" dediğimiz bir inanç. İnançları yüzünden kimsenin yargılanamayacağı bir yerde yaşamaktı istekleri. İstediği şekilde yaşamayı seçebilecek insanların bulunduğu bir yerde yaşamak. Bizi cinsel açıdan sapmış olarak görüyorsunuz, çünkü sizden farklıyız. İnsanlar bizden korkuyor, çünkü anlamıyorlar. Ve bazen suçlamak, anlamaktan daha kolaydır.

Kyle:
Dostum.. Çocuklarla ilişkiye giriyorsunuz..
N: Biz insanız. Çoğumuz küçük çocuklara ilgi duymayı seçmedi bile. Böyle doğmuşuz biz. Ne olduğumuzu inkar edecek değiliz, ve sizler bunu anlayamıyorsanız, eh bizi uzaklaştırmaktan başka yol yok.
K: Dostum.. Çocuklarla ilişkiye giriyorsunuz..
Stan: Evet, insanlar arası eşitlik, hoşgörü, bu tarz gay ıvır zıvırlara biz de inanırız, ama dostum, siktir git."

South Park - 4. Sezon - Cartman Joins Nambla'dan

Politik değil de toplumsal olan faşizmin çeşitli türleri var: toplum düzenine uymadığı için tıp yargıçları tarafından tecrit hükmü verilen psikiyatrik faşizm; konuşma yasağı değil de söyleme mecburiyeti (bkz) şeklinde beliren düşünsel faşizm; mahalle baskısı, çevrenin isteklerine uyma zorunluluğu, farkında olmadan robotlaştırılan insan projeleri şeklinde karşımıza çıkan süper ego faşizmi... Toplumu dikkatle incelerseniz bu liste daha uzar; ancak incelemelerin sonucunda çıkan çarpıklıkların büyük çoğunluğu yukarıda örneklediklerimden sonuncusuna girer. Bu yazıda bundan bahsedeceğim ve tıpkı Atina'yı uyuşuk bir at, kendisini de at sineği olarak tanımlayan Sokrates gibi kimi atlaşmaların üzerine gidip sineklik yapmaya çalışacağım. Bu pek süslü tanımlarla nitelendirdiğim ve ileride açıklamaya çalışacağım sonuncu kategorinin herkesçe bilinen (ve aslında çoğunlukla ne olduğu bilinmeyen) bir adı var: ahlak.

Etik (ahlak felsefesi) hakkında Wikipedia'da yazılanları okurken beni gören dedem şöyle dedi:

"Etik.. hmm.. ahlak, aslında iyidir. Yabancıların yazdıklarını okuyunca işler karışabiliyor, onların aile içi davranışları bizden çok farklı, mesela aile içinde rahatlıkla bağırıp çağırabiliyorlar. O yüzden fazla karıştırmadan düşünmek lazım.. iyidir aslında ahlak."

Yaşlı insanların sahip olduğu en önemli şeyin yargıları olmasının temelinde çok mantıklı sebepler var: sağdan soldan yayılan ve içinde olmaya mecbur hissettikleri "old and wise" imajı, kendine ayrılan sürenin dolmaya başladığının hissedilmesinden doğan bir "biliyorum, pek çok şeyi çözdüm, senden daha çok yaşadım" düşüncesinin altında yatan "senden daha fazla fikir üretme hakkım var" kibiri, sahiden de çok yaşamış olmaları ve pek çok düşünce üretmiş olmanın hazzını yaşama istekleri... Bu yüzden yargılar yaş ilerledikçe daha fazla kemikleşir, değiştirmek daha zor olur ama küçüklükten gelen bir sorgulama kültürü edinilmemişse, o yargılar trajedinin derin sularına itiliverir farkında olunmadan. "Niye" sorusuyla cevabı alın(a)mamış bir yargının hiçbir değeri yoktur.

Ahlak neden iyidir? İyi, neden iyidir? Ahlakın temeli nedir ve bizi ona mecbur kılan şey nedir? Ve en yıkıcı sorumuz geliyor: her dakika ahlaksal tutarsızlığın doruklarında gezinen ahlak sözcülerinin ahlak iyidir vaazlarını inandırıcı kılan en ufak bir şey var mıdır?

Açıklamasını yapacağım konu başlıklarını sıralayayım: ahlak diye insandan bağımsız bir şey yoktur, ahlak, toplumsal yaşayışı düzenli kılması açısından oluşturulmuş bir insan üretimidir, insanlar bencildir ve her şeyi kendileri için yaparlar, iyilik-yücelik-veya adına her ne diyorsanız- yüce şeyler insana ait olamaz, bunlar sadece sanal bir ahlakın gölgesidir ve insanları bencil varlıklar olmaktan kurtaramaz.

Çok mu yüklendim? Devam edelim..

İlk önce bencillik konusuna değinmek istiyorum. Bunu ben kullandığımız anlamda (kötü anlamda) bir sıfat olarak değil, insan varoluşunun tam da olması gerektiğini söylemek istediğim şekilde kullanıyorum. Günümüz insanı, milyonlarca yıl süren evrimsel bir sürecin sonunda, yani yaşamda kalma savaşının sonunda galip gelmiş atalarının yavrularıdır. Her tarafımız yaşama uygunluk sıfatıyla donanmış olup insan bedeninin "kusursuz" görünümü, kusursuz olmaya mecbur olmasıdır basitçe; zira kusursuz olmayanlar doğal seçilimin acımasız eleğiyle elenmeye mahkumlar.

Evrim ilerledikçe, canlıların yaşayış şekilleri de evrimleşti biyolojik gelişmişlere çok da mantıklı bir şekilde paralel olarak. Birlikte yaşayarak canlı kalma şanslarının arttığını gördüler örneğin. Bu birlikte yaşam onlara bazı zorunluluklar getirdi: birbirlerine karşı sorumluluk duygusu, görev bilinci, toplumsal yaşamın çeşitli getirileri.. Artık ataları gibi yaşamaları uygun olmazdı, zira "gelişmişlerdi".

"Güç, sorumluluğu beraberinde getirir." denir Superman'de. Artık insan güçlüydü ve sorumluluklarını üstlenmek zorundaydı. Önünde duran yemeğe saldıran maymunlar gibi davranmamalıydı örneğin; önündeki eti mideye indirirse kardeşinin (paylaşmamasından dolayı) ona karşı besleyeceği kinin kendisine zarar vereceğinin hesabını yapabiliyordu artık. Bu "hesap işlemi"nden başka bir şey olmayan ve toplumsal yaşamın çok doğal bir sonucu olarak, ahlak doğdu işte.

Bencillik kısmına geri dönelim; her insanın her şeyi tamamen kendisi için yaptığını belirtiyorum. Bunu bencilliğin gündelik dilde kullanılan şekliyle düşünenler kabul etmiyor, etmek istemiyorlar; ama onların düşünme yolunda saptıkları yanlış şu an için beni ilgilendirmiyor. Bakkaldan sakız çalmanın ahlaka aykırı olmasının sebebi, bu fikrin evrene genellenip elde edilen sonucun olumsuz oluşundan kaynaklanır. Her bakkaldan sakız çalınsa ne olurdu? Bakkal batardı, muhtemelen de sopayla kovalardı. Sopayla kovalanma ihtimali, sakız çalınarak elde edilecek faydadan daha mı önemsizdir? Hayır, değildir. İşte gördüğünüz gibi farkında olunmadan yapılan bu hesap işlemlerinden ahlak sistemi doğar ve küçük beyinlere yerleşir.

Küçük beyin diyerek aslında ahlakın bizdeki en temel noktasına parmağımı sokuşturuyorum. Basit hesap işlemleriyle evrene genellenen ahlak, gücünü süper egodan alır. Dünyayı daha yeni tanımaya başlamış bir bebeğin küçücük beyninde, sonradan oluşturacağı yargıların temeline yerleşir ve kişinin yaşamını yönetir. Ve sorgulamadan kabul eden beyin, zaman değişse de mevcut zamana eski ahlakın uygunsuz olabileceği konusunu görmezden gelerek eskiyi kabul eder: "ahlak, iyidir aslında."

Yazının en başında örneğini verdiğim pedofili "ahlaksızlığı" da bu düşünce eksikliğinden nasibini almıştır aslında. Sırf doğuştan getirdiği bazı dürtüler toplumla uyuşmuyor diye pedofiliklere ahlaksız etiketini yapıştırmak, akıl hastası olduğu için bir şizofreni toplumdan uzaklaştırmaktan farksızdır; ikisine de insan varoluşuna dışarıdan, haksız bir müdahale söz konusudur. Ancak bu, işin varoluşsal kısmı, yoksa elbette ki bu düşünce fazlasıyla saftır, hatta zararlı olduğu da ileri sürülebilir. İnsan, günümüzde toplum içinde doğmaya mahkumdur ve bunun getirisi olarak bazı sorumluluklara da mahkum bırakılır; kimi varoluşsal problemler kişinin kendisine aittir ve toplumla uyuşmadığı için denetlenmesi ve icabına bakılması şarttır. Üstelik, pedofili olayında çocuğun rızasının olmaması, kimi şizofrenlerin ise etrafa zarar vermesi gibi "zarar" temelli bazı durumlar da var. Velhasıl, pedofili bu yüzden ahlaksız olarak kabul edilmekte, akıl hastaları bu yüzden böyle bir ahlak anlayışının acısını çekmeye mahkum bırakılmaktadır. Toplumsal düzen gereği olması gereken budur.

Ahlak denilen sanal yaratının kaynağına biraz daha göz atacak olursak.. Ahlak, ne kadar ararsak arayalım, "orada bir yerde" değildir. Hatta içimizde bir yerde de değildir. O hiçbir yerdedir. Feuerbach, Thomas Hobbes gibi filozoflar da 3-5 yüzyıl önce benzer düşünceler öne sürerek bağımsız bir ahlakın varlığını reddetmişler. Örneğin Feuerbach'ın materyalist ahlak anlayışında birey, yaşayışı ve ilerlemesi için diğer birey(ler) ile ilişkiye girmek zorundadır ve bu (sosyal) ilişkiyle ahlak oluşur. Yani ahlak, toplumsal bir düzenden başka bir şey değildir.

Ahlak üzerinden bazı örnekler vererek neden bunların sanıldığı kadar "yüce" değil, sadece çocukluktan getirdiğimiz bazı düşüncelerin yan ürünleri olduklarını anlatmak istiyorum. Önce Hobbes'un başına gelen bir olaydan bahsedeyim:

Bir gün Hobbes'u dilenciye para verirken gören bir arkadaşı yanaşıp sormuş: "bencilliğinize ne oldu sizin kuzum? hani herkes her şeyi kendisi için yapardı, nerede tutarlılığınız?" Hobbes da şu şekilde kapağı monte eder: "dilencinin varlığı bende acıma duygusu yarattı ve ona değil, acıma duyguma yardım etmek, onu yenebilmek için şu an ona para veriyorum."

Bu öyle temel bir noktadır ki iyilik sanarak yaptığımız her şey için genelleştirilebilir. Pazarda yaşlı bir teyzenin torbalarını taşıma isteğinizin "teyzeye" yardım etme amaçlı olduğunu nereden çıkardınız? Hobbes gibi biri gelse, onu kendi duygularınızı tatmin etmek istediğiniz, bu şekilde kendi kendinize "iyi" imajı vermeye çalışarak varlığınızı olumlandırmaya çabaladığınızı söylese, aksini nasıl kanıtlayabilirsiniz? Bu, sanıldığı gibi kötü bir durum değil, önceden de dediğim gibi yaşıyor oluşumuzun, evrim savaşında şu ana kadar galip geldiğimiz için sahip olduğumuz biyolojik donanımın çok doğal bir sonucudur.

Kuşaktan kuşağa aktarılan, insandan bağımsız olmayıp insan üretimi olan ve toplumsal yaşayışın bir getirisi (ve aynı zamanda gerekliliği) olan ahlakın dinle de önemli bir ilişkisi var. Temelinde ahlak düzeni oluşturmayı amaçlayan din, insanların (neden iyi değil) neden kötü olmadıkları konusunda bir hayli etkilidir. Her ne kadar pek çoğumuz aslında hesap yaparak ahlaki kurallara biz farkında bile olmadan ulaşsak ve ona göre yaşasak da, dini inançlarımız da kötü olarak etiketlenen "olumsuz genellemelerden" uzak durmamıza neden olur. Çalmak, sopayla kovalanmak gibi bir getirisi olduğu gibi, günah gibi götürüsü olan bir eylemdir aynı zamanda. Gerek toplumsal yaşayış, gerek dinsel buyruklar olsun, her taraftan lanetlenmiştir ve bu yüzden "ahlaksızlık" olarak kabul edilmektedir.

Coğrafi ve kültürel özelliklere bakıldığında da ahlakın insan üretimi olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu konuda Douglas Adams adlı şahane ademoğlunun "Is there an artificial god?" başlıklı bir konuşmasında yer alan örneği aktarayım. Adams, Man on Earth isimli farklı yerlerdeki kültürleri inceleyen bir kitapta yer alan Bali örneğini anlatıyor. Pirinç üretiminin çok fazla olduğu, her gün her sofrada bulunduğu, yaşam için adeta zorunlu olan bu maddenin kutsallaştırıldığı bir yer Bali. Kilise tarafından düzenlenen bayramların tarihleri, toplum arasında pirince yaklaşım tamamen bölgedeki pirinç yoğunluğuna bağlı olarak düzenlenmiş ve bu yoğunluk, onu, kültürlerinin-ahlaklarının bir parçası haline getirmiş. Şayet Bali'ye gidecek olursanız, sakın pirinçsel bir müsriflikte bulunmayın. Sopayla kovalanabilirsiniz.

Ahlak bu kadar göreceli ve bu kadar muğlak iken haliyle sorgulama erdeminden yoksun bireyler, fena tutarsızlıklarıyla ahlak dedikleri şeyin tam karşısında durma isteği bile yaratabilir biraz düşünen bir beyinde. Şöyle diyor Ian Anderson, Thick as a Brick'te:


And the sand-castle virtues are all swept away

In the tidal destruction the moral melee.
The elastic retreat rings the close of the play
As the last wave uncovers the newfangled way.

But your new shoes are worn at the heels
And your suntan does rapidly peel
And your wise men don't know how it feels
To be thick as a brick.

Düşünmeyen toplumun ahlaki değerlerini kumdan kalelere benzetiyor bu satırlarla Anderson. En ufak bir dalga geldiğinde yıkılan, hiçbir temeli olmayan kumdan kalelere. Yeniyi bu kadar çabuk kabul etmelerine de veriştiriyor; yeni olan her neyse bir an önce tüketip atmalarını da güneş yanığına benzetiyor: ışıl ışıl parlayan, ancak sadece kısa bir süreliğine etkili olan, temelsiz bir yanığa. Bu yüzden, diyor; düşünün, eleştirin, aklınızın götürdüklerini temellere oturtun ve kumdan kalelere tapan akılsızlardan biri olmayın.

Yazının başında sıraladığım soruların cevaplarını özetleyerek noktayı koyalım: Ahlakın iyi olması için bir sebep yoktur, ancak bu onun gereksiz veya kötü olduğu anlamına gelmez. Hatta aksine gereklidir; neticede toplum düzeninin bir sonucudur ve mevcut ahlaka toplu bir karşı çıkış olsa, bu bizi evrim basamaklarında gerisingeri götürür. Önemli olan ahlak konusunda "kumdan kale ahlaklılarından" daha fazla şey görüp farkındalığı artırmak ve daha tutarlı bir birey olmak adına, ahlakımızı düşünce temeline oturtmaktır.

İleride olur da daha da evrimleşip homo sapiens sapiens sapiens falan olursak, geriye dönüp sopayla kovalamasınlar bizi diye.

Hiç yorum yok: