16 Mayıs 2008 Cuma

Ben, ben, ben, öteki

Sene 1990. 2. yaşımı henüz bitirmişim. Televizyonda Twin Peaks diye bir dizi oynuyor, David Lynch çekmiş. Anaokulundan yeni geldim, günün yorgunluğuyla kendimi kanepeye bıraktım, dedim hacı Twin Peaks başlamıştır şimdi. Yok yau öyle değil. Sene 2004 müydü neydi, daha yeni haberim olmuş 14 sene önce Twin Peaks diye bir dizi çekilmiş olduğundan, o zaman izliyorum. Başroldeki adam (dedektif) Tibet'ten bahsediyor; komünist Çin tarafından 1950'de işgal edildiğinden, Dalay Lama'dan, oranın ne kadar ruhani bir ülke olduğundan falan filan. Sonraki sahnede Lucy'yi görüyorum (polis merkezindeki sekreter kızcağız), elinde Tibet diye bir kitap. Kendini sayfalardan akan spiritualizme bırakmış; 2 gün önce bir kız vahşice öldürülmüş mü, cesedi naylona sarılıp denizin kenarına mı bırakılmış, umrunda değil.

Tibet'in nasıl bir ülke olduğu hakkında o bölümden sonra kabaca bir fikir sahibi olmuştum: bu vahşi dünyanın ortasında ruhani aleme sıkıca tutunabilmiş huzur dolu insanların ülkesi. Hatta tıpkı Lucy gibi ben de o ruhaniliğe 50'li yıllarda Elvis Presley görmüş bir genç kız gibi bakardım eğer Tibet diye bir kitap bulsaydım.

Sene olmuş 2008, ben yavaş yavaş görüyorum ki işler o kadar da pembe değilmiş. Bu kişisel ufak çaplı aydınlanmamda günümüzün pek değerli feylesofu-sosyoloğu Slavoj Zizek'in bir yazısı da hayli etkili oldu. Le Monde Diplomatique'in Mayıs 2008 sayısındaki Zizek'in Tibet-Çin ilişkileri hakkındaki yazısı hem öteki-ötekileştirme kavramları hem de insanların kaçış çabası açısından çok güzel noktalar içeriyor.

(bu arada "Le Monde mu okuyon len entel" diyebilecek olanlar için "yok yau Radikal'de gördüm ehe" cevabını vermek isterim, okumak isteyenler için 11 Mayıs tarihli yazı şurada. Benzer bir yazı olan London Review of Books'ta yayınlanan bir başka Zizek makalesi ki o da bianet'te)

Çin'in yaptığı söylenen zorbalığa karşın "aa olmadı" diye iç geçiren ama bunun için de hiçbir şey yapmayan, yani umursuyormuş gibi görünüp umursamıyormuş gibi yapan Batı'nın derdi nedir? "Batının asıl derdi otantizm" diyor Zizek:

"Batı’da bu kadar çok insanın Çin’e karşı protestolara katılmasının ana nedenlerinden biri ideolojik: Dalay Lama’nın ustaca liderliğini yaptığı Tibet Budizmi New Age hedonist ruhaniliğin (ki giderek bugünün ideolojisinin hakim biçimi haline geliyor) önemli referans noktalarından biri. Tibet’in cazibesine kapılmamız, orayı hayallerimizi isnat ettiğimiz efsanevi bir yer haline getiriyor. İnsanlar otantik Tibet yaşam tarzının kaybedilmesine ağıt yakarken, gerçek Tibetlileri umursamıyor: Tibetlilerin bizim adımıza otantik biçimde ruhani olmasını istiyorlar, zira böylelikle çılgınca tüketmeyi sürdürebiliriz."

Batı'nın Tibet konusundaki derdi otantizm olabilir ama genel olarak, ki bu sadece Batı'nın bir derdi değil, insanlarda bir ötekileştirme hevesi var: ötekileştirerek kendi varlığını sağlamlaştırma veya kendi ideolojik-ahlaki-dini inanç ve düşüncelerini olumlaştırmak, ya da mevcut konumundan bir kaçış noktası yaratmak (ve böylece çılgınca tüketmeyi sürdürebilmek). Bunu daha geçenlerde yazdığım yazının öznesi Avusturyalı "sapık baba" olayında da görüyoruz. İnsanlar -sanıyorum 1 aydır- o kadar iğrendiler ki bu adamdan, bilinçaltındaki bastırılmış ensest duygularını ve her türlü genel ahlaka aykırı sapıklıklarını tümüyle bertaraf edip kendilerini temize çıkardılar, pırıl pırıl insanlar oldular. Ve çok daha önemli olaylar meydana gelmekte iken insanlar bu olayı konuşmayı tercih etti. (Türkiye'de de biraz yer buldu bu olay ama yabancı basında ciddi bir biçimde tartışma konusu oldu, psikiyatrlar nörologlar filan devreye girip arkadaşın çocukluğuna indiler günlerce vesaire)

Hemen hepimiz "elitizm"in çeşitli aşamalarında gezinip dayanamayıp egolarımızı patlatıveririz arada; birini eleştirirken çaktırmadan kendimizi överiz aslında haberimiz bile olmadan. Hatta o birinin bizzat kendimiz olduğu durumlar da olabilir. ("ay küçükken çok yaramazdım pipimi prizlere sokar elimle popomu mıncıklardım." Hmm, şimdi yaramaz değilsin, adam oldun yani he mi?) Ama bu iş toplumsal düzeyde gerçekleştiği zaman çaktırmadan ortaya konulan "biz" ve "öteki" kavramları toplumsal egoizmin hayli tiksindirici boyutlara ulaşabileceğini gözler önüne seriyor. Tibet de, Fritzl da, hatta Gazze'dekiler de öteki olmanın umursanmazlığını yaşıyorlar.

Sonuç olarak; karizmatik bir sonuç paragrafı veya sorumu sorup kaçarım temalı bir soru cümlesi yazamadım. Böyle yani. Tespitimi yaptım, kaçayım.

not: işbu yazı bir önceki yazıya yorum olarak yazılmak istenmiş ama sonradan gaza gelinip cillop gibi bir sıçmığa dönüşmüştür, böyledir.

Resim - Özgür Kokuçin - Kavanoz - Sinek Kavanozu - 7

1 yorum:

Smaerdyad dedi ki...

ilk paragrafı okuyunca gerisini de okumaya başladım. hep böyle yapıyorsun.